İSRAİL SOYKIRIM YAPIYOR, GAZZE KAN GÖLÜ. BU SAVAŞ DERHAL DURDURULMALIDIR…

Türkiye yine ateşin ortasında kaldı, çevremiz yangın yeri. Irak bitti derken Suriye’de, o devam ederken Karabağ’da, Rusya-Ukrayna savaş halindeyken şimdi de Filistin’de. Biri bitmeden diğer başlıyor.

Şu anki savaş eski topraklarımız üzerinde yıllardır devam eden şiddet ve zulmün son perdesi. Bir devlet düşünün ki temel politikası başka bir milletin topraklarını adım adım işgal etmek, yakmak, yıkmak. Yıllardır taciz, tecavüz, silahlı saldırı, öldürme gibi eylemlerle insanları yıldırmak, topraklarını terk ettirmek, kalanları havasız, nefessiz, susuz bırakarak yok etmek istiyor. Bu katil ve zorba devletin adı İsrail, mazlumlar ise Filistinliler. ‘İdarecileri basiretsiz’, ‘İsrail güçlü Filistin güçsüz niye sataşırlar ki’ gibi anlamsız çıkarımlar yapıp onların arkasına sığınmayalım. Ortadoğu’da bir soykırım yaşanıyor. Aleni bir işgal var. Bir milletin toprakları zorla gasp ediliyor.

Bu savaş durdurulmalı, İsrail kendi sınırlarına çekilmeli, başta Gazze olmak üzere Filistinliler rahat nefes almalıdır.

Gazze son yüzyılın en büyük açık hava hapishanesidir. Ufacık yerde 2 milyon kişi kuşatılmış vaziyettedir. 1967 Arap-İsrail savaşı sonrası Gazze’de oluşturulan sığınma kampları geçici idi. Filistinliler kendi topraklarına dönecekti. Tam 55 yıl geçmiş insanlar yurtlarına dönememiş. Eski çadır kampların yerini yığma beton binalar almış, hepsi üst üste. Akdeniz kıyısındalar fakat denize çıkışları yasak. Mısır sınırından kuş uçmuyor. (Mursi bir nefes olabilirdi lakin darbeyle Sisi’yi başa geçirip buna fırsat vermediler). Burası bir açık hava hapishanesi. Bu çağda böyle bir yer var mı var; adı Gazze. Hemen biraz güneyimizde.

İstisnasız herşey İsrail’in kontrolünde. Filistin’den Gazze’ye gidiş geliş, giriş çıkış hepsi İsrail’in denetiminde. Bugün de savaş ilan ettim diyerek elektriği, suyu, gıda tedarikini kesiyor, engelliyor. İnsanları açlığa, yokluğa, karanlığa mahkûm ediyor. Dünya sessiz, bir avuç insan bu adaletsizliğe isyan etse de emperyalistler onları da bastırıyor. Bırakın insan haklarını, köpeklerin haklarını savunanlar bile ortada yok.

Suriyelileri ülkelerinde zorba idareye karşı savaşmadılar, kaçıp gelip bize sığındılar, burada elense yapıyorlar diye kınayanlar, bari bu kez hakkını arayan, zulme başkaldıran ve vatanına sahip çıkanlardan yana olun. Ama yok. Vatanında kalıp zulme isyan etmek de suç.

Fakat unuttuğumuz önemli ir şey var: Filistin davası sadece Ortadoğu halklarının değil Türkiye’nin de beka meselesidir. Çevremizdeki çıbanlar bizi her daim rahatsız edecektir. Emperyalist ülkeler bu çıbanları besleyip besleyip zamanı geldikçe patlatacaklar ve bizi istikrarsız ve güvensiz bir coğrafyada yalnız başımıza yaşamaya mahkûm etmek isteyeceklerdir. Karabağ’da savaşı kazandık ama Türk Dünyası ile irtibatımızı sağlayacak olan Zengezur Koridoru’nu açamadık. İnşallah aşılır ama şimdilik bu koca engel yerli yerinde duruyor. Irak’ta Türkmenlerle aramıza Kürtleri, Suriye’de PKK ve uzantılarını sokarak sözüm ona bizi çevremizden izole ediyorlar. Yunanistan’ı siyasetle, silah yığarak, kandırarak işgal edip Adalar üzerinden bizi boğmaya çalışıyorlar. Türkiye’yi içten istikrarsızlaştıramayanlar çevremizi istikrarsızlaştırarak tıpkı Suriye’de olduğu gibi sınırlarımızla bizi tehdit ediyorlar. Oysa Türkiye’nin rahat ve huzuru, gelişmesi ve kalkınması çevresindeki ülkelerin huzur içinde olması ile mümkündür. İşte bu yüzden Suriye. Filistin, Irak, Azerbaycan, Kıbrıs… Rusya ve Ukrayna… Hepsi barış ve huzur içinde olacak ki biz de barış ve huzur içinde olalım. Komşusu açken tok yatan olmak istemeyiz, millet olarak bu bizim düsturumuz. Lakin komşu yangın yeri iken ülke olarak bizim huzur izcine olmamız mümkün mü?

O halde barış çabalarını desteklemekten ve bu hiç te adil olmayan savaşın bir an önce bitmesini dilemekten başka çaremiz yok. Allah (CC) mazlumların yar ve yardımcısı olsun inşallah. Bizlere de basiret ve anlayış nasip etsin.

Vaktiyle gerek Siyasi Coğrafya derslerimde gerekse sivil toplum kuruluşlarında Filistin konusunu çok işledim. Birkaç yıl öncesine ait yazısı az, fotoğrafı bol bir sunumumu aşağıdaki linkten dikkatlerinize sunuyorum.

https://www.cevdetyilmaz.com.tr/…/Ortadogu-Filistin…

UCEK-5’İN ARDINDAN

Bu yıl 5-8 Ekim 2023 tarihleri arasında Antalya’da, Akdeniz Üniversitesi, Eğitim Fakültesi ev sahipliğinde düzenlenen V. Uluslararası Coğrafya Eğitimi Kongresi (UCEK-2023) büyük bir katılım ve başarıyla tamamlandı. 13 Farklı ülkeden Coğrafya, Coğrafya Eğitimi ve diğer yakın bilim dallarında faaliyet gösteren akademisyen, öğretmen ve yüksek lisans-doktora öğrencilerinin katıldığı, 239 sözlü bildiri, 12 atölye çalışması ve 7 poster sunumun yapıldığı faaliyet Türk Coğrafya Bilim Camiası için çok önemli kazanımlara vesile oldu.

Kongreye ev sahipliği yapan değerli hocamız Prof. Dr. Hilmi Demirkaya ve onun ekibi ile öğrencileri başta olmak üzere, UCEK’in kuruluşu ve bugünlere gelmesinde büyük emeği geçen Prof. Dr. Eyüp Artvinli dahil, kongreye katılan, bu kongrenin de başarıyla gerçekleşip tamamlanmasında katkısı olan herkese canı gönülden teşekkür eder, takdirlerimi sunarım. Bu tür büyük organizasyonların ne kadar zor işler olduğunu bilen birisi olarak her türlü övgüyü hak ettiklerine inanıyorum.

Kongrede beni en çok onurlandıran ve duygulandıran neydi derseniz; eski öğrencilerimin bir kısmının akademisyen, bir kısmının öğretmen olarak karşımda olmaları idi. Sunumlarını izledim, oturum başkanlıklarını yaptım, belgelerini takdim ettim. Çay içtik sohbet ettik. Samsun’da geçen günleri andık. Misal vakti zamanında lisans derslerimde bana olmadık sorular soran, inadıma çıkışlar yapan Mehmet’imin UCEK Antalya öğretmen il temsilcisi olarak orada koşturuyor olması, kongrenin başarısı için türlü fedakârlıklarda bulunması, sonra da bütün bunların benim ona coğrafya sevgisini aşılamamdan kaynaklandığını bizzat ikrar etmesi… Eee, daha ne olsun? Ömür kısa, dünya fani. Bize böylesi mutluluklar yetiyor.

HATAY HAS TURİZM’İN BAFRA’DA NE İŞİ VAR?

Gözünü, taşını, toprağını sevdiğimiz Samsun’umuzda yazacak o kadar konu var ki… Bir de yayınlama imkânı bulabilsek neler çıkacak ortaya neler… Lakin şartlar malum. (Belediyelerin kültür işleri kesat, öyle diyorlar), bizim de imkânlarımız kısıtlı, biz de sosyal medyadan faydalanalım dedik, huzurunuza çıktık. Şimdi konuya gelelim.Yıllarca bir fotoğraf aradım. Nihayet geçtiğimiz haftalarda o fotoğrafı yakaladım. Öğrencilerle Bafra tarafına arazi tatbikatına giderken bir de önümde ne göreyim! Hatay Has Turizm. Hem de trafikte ve önümüzde. Tam 19 Mayıs ilçe merkezine girerken trafik işaretlerinde de durmasın mı! İşte aradığım an, elimde telefon, kamerasını açtım ve hemen otobüsün fotoğrafını çektim. Peki neydi beni böyle heyecanlandıran? Şimdi arkanıza yaslanın ve hikâyeyi dinleyin. Vicdanınız varsa elinize bir de mendil alın. Olur ya (referans olarak gösterdiğim videoyu izlerken) belki hüzünlenir, gözlerinizden yaşlar süzülür.Tarih; 24 Nisan 1987. Bafra – Kızılırmak üzerinde Altınkaya Baraj inşaatı bitmiş, baraj su tutmaya başlamış, baraj gölü altında kalan köyler kamulaştırılmış, iskân nakli söz konusu olmuş. Vatandaşa alternatifler sunuluyor; parasını alanlar Bafra’ya, Vezirköprü’ye, Samsun’a, Ankara’ya, Bursa’ya, İstanbul’a göç ediyor. Toprağına karşılık toprak isteyene de taaaa Hatay’da (Türkiye’nin en güneyinde), Amik Gölü’nün drene edilmiş taban arazisinde yer gösteriyorlar. Bafra nire… Hatay nire? Devletimiz bir taşla iki kuş vuracak; Hatay’da Suriye’nin talepleri var, nüfusta dengesizlik var, içerden oraya nüfus kaydırmak istiyor. Başka; Amik gölü kurutulmuş boş beleş arazi var, hem devlete ait, hem de tarıma açılması-iskân edilmesi gerekiyor. Ovanın ortasına (Hatay’ın kurucu Cumhurbaşkanının adına izafeten) Tayfur Sökmen adında iki katlı evlerden oluşan bir iskân ünitesi, yani yeni bir köy kuruluyor. Toprağına karşılık toprak isteyen Bafralılara burası gösteriliyor.Veee ayrılık vakti geliyor. Hem de ne ayrılık! Misal Bengü köyü. Köyün yukarı mahallesi Baraj gölü seviyesi üzerinde kaldığı için yerinde dururken, vaktiyle ırmak kıyısında yer alan aşağı mahallesi baraj suları altında kaldığı için kamulaştırmaya tabi tutuluyor. Yani öyle bir manzara ki ne ben söyleyeyim, ne siz sorun! Başka köyler de var. Vezirköprü tarafında… Toplam 19 köy etkileniyor bu baraj ve onun neden olduğu kamulaştırmadan. Vatandaş devlete saygılı, boynu kıldan ince. Lakin Bengü köyü örneğine tekrar dönersek; köyün yarısı kalıyor, yarısı gidiyor. Bunlar akraba. Veee, ayrılık vakti…Köye minibüsler, cipler geliyor insanlar bu araçlara, eşyalar kamyonlara yükleniyor ve ağlamalar, feryatlar, figanlar, kucaklaşmalar, sarılmalar, gözyaşları ardından göç başlıyor. Önce Bafra ilçe merkezine. Orada minibüs ve ciplerdekiler önlerinde “Samsun-Bafra Altınkaya’dan Hatay’a İskân Nakli” yazılı otobüslere geçiliyor. Önde otobüsler arkada kamyonlar Bafra’dan Hatay’a doğru göç başlıyor.Hatay’a varıldığında yine törenler, nutuklar ve oradaki vatandaşların ellerine tutuşturulan “Biz Memnun Kaldık, Siz de memnun Kalacaksınız”, “Devletimize Minnettarız” gibi sözler yazılı dövizlerle karşılanıp iskân ediliyorlar.Sonraki yıllarda çoluk çocuk büyüyor, akrabalık devam ediyor ve Hatay Has turizm bu akrabalık ilişkisine binanen ortaya çıkan yolcu trafiğini üstlenerek Bafra’ya da uğramaya başlıyor. Bendeniz araştırmalarımda bir harita yapmış ve Samsun-Bafra ile Hatay ve Bursa-İstanbul arasında bu göçten kaynaklanan trafiği göstermiştim. Eksik kalan fotoğraf Has Turizm’e ait bir otobüsün Bafra tarafına doğru gidiyor olmasıydı, o da oldu.Şimdi anladınız mı, Hatay Has Turizm’in Bafra yolunda ne işi varmış, yolcuları kimlermiş….Hikâyenin geri kalanını aşağıdaki kaynaklardan bakabilirsiniz. Benim özel istirhamım ise yapacağınız yorumlar ve katkılarınızla bilgimizi arttırmanız.Konu ile ilgili referans kaynaklarımız:1 – Bengü köyünden ayrılışı gösteren video için (lütfen videonun kötü kopyasına bakıp da izlememezlik etmeyin, gerçekten izlemeye değer, Allah (CC) akıl edip çekenlerden, saklayıp paylaşanlardan razı olsun): https://www.dailymotion.com/video/x2cj959 / (Bengü Köyü; Sessiz Çığlık) 24 Nisan 19872 – “Altınkaya Barajı’nın Vezirköprü’ye Etkileri”. (Makale içinde barajdan etkilenen köyler ile Hatay’daki yerleşim yeri bilgileri var, bkz. sayfa 139-146 arası): https://www.cevdetyilmaz.com.tr/…/2014-ALTINKAYA…

BİR ZAMANLAR YAŞAR DOĞU VE CUMHURİYET MEYDANI

Zamanında yollar boşken kıymetini bilemedik, şimdi çok trafik var diye hayıflanıyoruz. Aksilik, bugünkü yoğunluk, vatandaş hariç, kimsenin de umurunda değil. Dahası, söylentilere bakılırsa, ilçe minibüsleri de buraya kadar gelecekmiş. Durak neresi olacak bilmiyorum. Bafralılar şanslı. Onlar eski duraklarını (Bafra Garajı‘nı) geri alabilirler. Orası yeşil alan oldu demeyin, küserim. Diğer minibüsler nereye gelecek derseniz, benim önerim; İskele’den Panaroma‘nın önüne kadar Kurtuluş Yolu’nu ilçe minibüs durakları yapalım. Vatandaş kurtuluşa ersin, rahat etsin. Ne o öyle kocaman yaya yolu! Uçak mı indiricez, at mı koşturucaz? Fakat Çarşamba mini(midi)büsleri kesinlikle buraya sokulmasın. Çarşambalılar, geçerken Tekkeköylüleri de alıp, Vidinli Oteli‘nin arkasına yapılacak gara trenle gelsinler. Z kuşağı bilmez, spor salonunun önündeki Şavreleler (Chevrolet’ler) gidecek, onların yerini Atakum dolmuşları alacak. Cumhuriyet Meydanı çevresinde, akşamüstü işi biten, işten çıkan caddeyi geçiyor, hooop dolmuş sırasındasınız. Tabi zaman öyle işlemedi. Önce dolmuşlar sırada beklediler dolmak için (çünkü Atakum’da kaç kişi yaşıyordu ki), birkaç yıl sonra biz sırada bekleyeceğiz gelen dolmuşa binmek için, derkeen yıllar geçecek, her şey değişecek….. (Ne yapsak, siyah beyaz günlere geri mi dönsek? O da mümkün değil ki !).

NE OLDUYSA SON 50 YILDA OLDU

Ne olduysa son 50 yılda oldu. 1950’lerde başlayan kırdan kente göç 1970’lerde aile göçüne, 1990’larda köy nüfuslarının tepe noktasına çıkarak bu tarihlerden sonra azalmasına ve sonrasında köylerin boşalmasına neden oldu. 1970’lerden itibaren köylere dış dünyanın yapı malzemesi başta olmak üzere modern araç gereci girdi. Kadim kırsal kültürümüz hızla değişmeye başladı ve bugünlere geldik. Bugün şehirde doğup büyümüş 40 yaş ve altında olanların kırsala ait bir geçmişi yok. Yaşı 60 ve üzeri olanlar karasabanı, döven üzerinde harman almayı, değirmende buğday öğütmeyi, yayıkta ayran yapmayı, kerpiçten veya ahşaptan kendi evini yapmayı az çok biliyor, hatırlıyor. Bu bilgi binlerce yıla ait olduğu için de 60 yaş üzeri vatandaşlarımız binlerce yıllık kültür birikimine sahip son temsilcilerimiz. Bunları niye anlatıyoruz? Modern araç gereçlerin hayatımıza girerek bir yandan getirdikleri kolaylık, diğer yandan götürdükleri kültürel birikim ile ne yapacağımızı ne diyeceğimizi şaşırdık da, ona dikkat çekmek istiyoruz. Bu amaçla da geçmişe ait son izleri kayıt altına almak herkesin sorumluluğunda. Son 50 yılda dönüşü olmayan bir yola girdik. Üretim kültürümüzün yerini hazır tüketim kültürü alıyor. Eski üretim yıllarımızı ve üretim tekniklerini kayıt altına alalım, belki gelecekte bunlara ihtiyaç duyulur. Her şeyi çok kolay harcıyoruz, yerine yenisini koyamıyoruz, Batı kültürü ve üretim biçimi her yanımızı sarıyor, bize ait bir şey bırakmıyor. Nasıl direneceğiz? Elbette bize ait olanları, henüz kaybolmamış değerlerimizi kayıt altına alarak, onları gelecek nesillerle buluşturarak. Lafı çok uzattığımın farkındayım. İşte bu niyetle yazdığımız bir makale, Doktora öğrencim Leman Albayrak’ın tez sahasından bir çalışma; Çoruh Vadisinde Çeltik Tarımı.
Buyurun: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1357710